15 Şubat 2019 Cuma

ZİRVEDEKİ KALEMLER : AGATHA CHRISTIE VS. BARBARA CARTLAND

                     

Aynı ülkenin vatandaşı, popüler edebiyatın iki güçlü kalemi Agatha Christie ve Barbara Cartland... Farklı türde yazmış olsalar da vatandaşı oldukları ülke dışında bazı ortak yönleri var. Agatha Christie, kitabevinin raflarında yerini alırken Barbara Cartland neden Agatha kadar raflarda yer bulamıyor? Cartland'ın popülariteyi öldükten sonra kaybettiğini düşünenler de yok değildir. Bizim jenerasyonumuzun büyük bir çoğunluğu belki adını bile hiç duymamıştır.
Christie ve Cartland'ın kitaplarındaki ortak nokta entrika olmalı. Kendisi için söylenen ''Polisiye Romanlar Kraliçesi'' etiketiyle Agatha Christie ve 1997 yılında dünyaya veda eden, yaşamı gibi ölümü de çok konuşulan Lady Diana'nın üvey büyükannesi Barbara Cartland, dünya üzerinde büyük üne sahip iki yazardır. Christie cinayeti; Cartland da aşkı romanlarına taşırken entrikaya da eserlerinde yer verdiler. Aşkın , ihtirasın olduğu yerde entrika da kendine yer buldu.

1920'li yıllarda Amerika'da ''Pulp'' akımı baş göstermeye başlayınca bu akım kendine geniş bir okur kitlesi bulmuş oldu. ''Ucuz'' anlamına gelen Pulp, Ucuz roman diye tabir ettiğimiz türün ta kendisidir. Bu konuda araştırma yapanlar hem kağıt kalitesinin ucuzluğu hem de klasik eserlerdeki edebi ağırlığın bu türde yer almamasından dolayı ''ucuz'' adının verildiğini ileri sürerler. Fantastik, aşk, bilim kurgu gibi çeşitleri olan ve bir solukta okunabilecek türdeki ucuz romanlar uzunca bir süre yayınlanmaya devam eder.


Ancak ''Pulp'' edebiyatı daha çok Amerika'da varlık sürdürdüğü için bu dönemde eser veren diğer ülkedeki yazarların kitaplarını ''Pulp'' kategorisinde göstermezler. Etkisi var mıdır?'' diye soracak olursak etkisinin devam ettiğini söyleyebiliriz. 

O dönemde tıpkı ''Pulp'' kategorisindeki romanlara benzer okunması kolay, dili sade kitaplar dünyanın birçok yerinde varlık göstermiştir. 1920'li yıllarda ilk romanını yayınlamaya başlayan Barbara Cartland, soylu bir ailenin üyesidir. Ömrünün son zamanlarına kadar yazmaya devam etmiştir. Öyle ki 98 yaşında hayata veda eden Cartland, son kitabını 97 yaşında yazmıştır. Ailesi onun ölümünden sonra yayınlanmayan eserlerini de okuyucularla buluşturmak için çalışmalarda bulunmuştur. 


Soylu ailenin bir bireyi olan Barbara Cartland, eserlerinde mekan olarak şato ve köşkleri seçer. Bu ihtişamlı mekanlarda yaşanan aşk ve entika ile iç içe geçen olaylar eserlerinin genel kurgusunu oluşturur. Yaşamı boyunca yüzlerce kitap yazan Cartland, büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşan bir okuyucu kitlesi elde etmiştir. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. 

Ülkemizde de bir Barbara Cartland okuyucu kitlesi oluşmuştur. Öyle ki yazdığı eserlerin birçoğu sinemaya uyarlanan Kerime Nadir'in hayran kitlesi Cartland kitaplarını da alternatif olarak seçmiş ve evlerindeki kitaplıkta Cartland'a yer vermişlerdir.


Cartland profesyonel yazarlığa 1923'te başlar ve yazarlığının üçüncü yılında bir meslektaşı günlerce ortadan kaybolur. Ortaya çıktığında ise gayet soğukkanlı bir biçimde yaşamına devam eder. Bu konuyla ilgili ortalıkta birçok iddia döner. Cartland'ın bu meslektaşı, 1920 yılında yazın hayatına başlamış ve o günden bu günlere kadar tüm dünyada oldukça geniş bir okuyucu kitlesi elde etmiş olan Agatha Christie'dir. 


Agatha'nın ikinci eşi Max Mallowan bir arkeolog idi. Christie, eşinin bu mesleğine son derece meraklı ve bir o kadar da ilgiliydi. Arkeolojik kazılarda eşine asistanlık yapan Agatha Christie, son derece özveriyle çalışıyor, bir yandan da yazılarını yazmaya devam ediyordu. Bu yer aldığı kazılar, ona birçok eseri için ilham kaynağı olmuştu.


Bugün kitabevlerinin polisiye raflarında kendine genişçe bir yer bulan Agatha Christie kitapları, dünyada birçok dile çevrilmiş olup Agatha'ya ''Polisiye Romanlar Kraliçesi'' unvanını da kazandırmıştır. Agatha Christie'nin birçok romanında ''Hercule Poirot'' ve ''Miss Marple'' adında yarattığı iki karakter ayrı ayrı yer alır.  Bu iki karakter Christie denince akla gelen dedektif karakterlerdir. 

 

 



           Agatha Christie polisiye edebiyatına birçok eser kazandırmış bir kalemdir. Polisiye ve gerilim seven birçok okur Agatha Christie'nin eserlerini severek okuduğunu söyler. Üretken kalemiyle eserlerine yenilerini ekler. Sadece yazın hayatında değil, gündelik hayatında da bir gizem daha ekler.

          Agatha Christie, 1926 ile 1932 yılları arasında İstanbul'da Pera Palas adlı meşhur otelin 411 numaralı odasında kalır. Christie'nin kült eserleri arasında yer alan ''Doğu Ekspresinde Cinayet'' adlı romanını da bu odada kaleme almıştır. Sadece kitabı değil, filmi de başarıya ulaşır. Agatha Christie, İstanbul'a geldiğinde günlerce ortadan kaybolur. Tam bir gizem ve sır dolu bu hikaye yıllardır gündemde yer alır. Otel odasında bulunan bir anahtar da dünyanın çalkalandığı bu gizemin bir parçası olarak kalır.

           

Kraliyet ailesinin sevdiği iki yazar Christie ve Cartland, yıllarca birçok okuyucuya hitap eden yazarlar olarak kütüphanelerde yer almış, yazmak isteyenlere de ilham olmuştur. Günümüzde Christie'nin kitaplarına ulaşmak kolayken, Cartland'ın eserlerinin bir kısmına, belki daha da azına ulaşabiliyoruz. Belki online mağazalarda, belki de sahaflarda.








5 Şubat 2019 Salı

2015 : ENTERNASYONAL BOYAMA YILI

                             Dört sene öncesine gidelim. 2015 yılında ülkemiz de dahil olmak üzere dünya çapında yetişkinler için boyama kitabı furyası baş göstermişti. Hemen hemen tüm yayınevleri yetişkinler için boyama kitapları basmıştı. Bu furyada başı çeken kitap ise adından sıkça söz ettirmiş ve ettiren ''Esrarengiz Bahçe'' idi.


               Johanna Basford'un çizimlerinden oluşan ''Esrarengiz Bahçe'' kitabı büyük sükse oluşturmuştu. Yetişkinler için boyama akımının öncüsü olan bu kitabın satış rakamı dünya üzerinde milyonları bulmuştur. Tüm dünya bu kitabı konuşmakla kalmayıp satın almak için kitabevlerine akın etmişti. Bir süre çok satanlar listesinde yer alan ''Esrarengiz Bahçe'' , diğer yayıncılara da esin kaynağı olmuş, onlar da birbirinden farklı yetişkinler için boyama kitapları yayınlamışlardı. Belki de 2015'in en çok konuşulan  kelimeleri; yetişkinler için boyama, mandala, ''Esrarengiz Bahçe'' idi.
           
           
             Sanskritçe sözcük olan Mandala'yı kabaca tanımlayacak olursak bir merkezin etrafındaki çeşitli sembol ve figürlerdir.  Detaya çok fazla girmeme gerek yok diye düşünüyorum. Mandala çizimleri hepimizin hafızasında zaten yer edinmiştir.

           


                       Bu boyama kitapları doğal olarak kuru boya ve keçe uçlu kalem üretici ve satıcılarının da yüzünü güldürmüştü. Şekillerdeki boşluklar çok küçük bir alan olduğu için kuru boya daha çok tercih edilen boya türüdür. Özellikle bilinen firmaların bazıları boya kalemlerinin yanında boyama kitabı da hediye etmiştir. Mandalanın psikolojiye olumlu etkilerini savunanlar onu bir meditasyon objesi olarak görmüşlerdir. Daracık alanların her birini farklı renklere boyamak kimilerince oldukça sabır isteyen bir uğraştır.

                     Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da sosyal medyanın payı büyüktür. Instagram, Facebook ve Blog kullanıcılarının birçoğu boyamalarını sayfalarında sergiliyorlardı. ''Esrarengiz Bahçe'' ve onun muadilleri olan boyama kitapları rengarenk bir biçimde sayfayı gezenlere göz kırpıyorlardı.

                      Johanna Basford Esrarengiz Bahçe'de yakaladığı popülariteyi ve yüksek satış grafiğini bir sonraki boyama kitabı ''Gizemli Orman'' ile de devam ettirdi. 2015'in bahar mevsiminde piyasaya sürülen ''Gizemli Orman'', boyama seven insanlar, özellikle de Esrarengiz Bahçe'yi alıp bitirenler için sabırsızlıkla beklenen bir kitap oldu. Yine Instagram ve Facebook kullanıcıları tarafından sergilenen ve paylaşılan bir boyama kitabı olma özelliğinden de ödün vermedi.

 

Küçüklüğümüzde boyama kitaplarındaki objeleri boyarken bize öğretilen birinci kural ''Çizgi dışına taşırmamak'' idi. Eminim ki bu kuralı uygulayanlar, yetişkinler için boyama kitaplarında zorluk çekmiyorlardır.  

22 Ocak 2019 Salı

OKUTAN KALEM : KEMALETTİN TUĞCU

             

1999, ülkemizin derin bir yasa boğulduğu yıldı. 17 Ağustos depremi; kalplerde kalıcı yaralar, akıllardan silinemeyen izler bırakmıştı. Bu acı atmosfer TV dünyasına da yansımıştı. Birçok televizyon dizisi deprem dolayısıyla çekimleri durdurmuştu. Bunlardan birisi de usta yazar Kemalettin Tuğcu'nun eserinden uyarlanıp Star TV'de yayınlanan ''Küçük Besleme'' idi. Benim de Tuğcu'yu tanımaya başlamam hem ''Küçük Besleme'' dizisi hem de ''Kuklacı'' romanı sayesinde 1999'da oldu.


Tuğcu, 1902'de İstanbul Çengelköy'de dünyaya geldi. Ayaklarındaki sağlık sorunundan dolayı okula gidememenin, sokaktaki çocuklara katılamamanın hüznü içinde olan Tuğcu, kendi kendini yetiştiren isimlerden biridir. İlerleyen zamanlarda bir yayınevinde çalışmaya başlar ve burada çeşitli görevlerde yer alır. 1936'da ilk romanını yayınlayan Kemalettin Tuğcu'nun profesyonel yazarlık kariyeri de böylece başlamış olur. 

Kemalettin Tuğcu'nun romanlarının baş ve ortalarında genellikle hüzünlü bir hava hakimken sonlarına doğru hüznün yerini sevinç, acının yerini neşe alır. Zalimler, sürekli elinden ve dilinden fenalık, fesatlık eksik olmayanlar yaşattıklarının cezasını çeker. Mağdurlar, zulme ve haksızlığa uğrayanlar da sabrının karşılığını alır. Tuğcu'nun romanlarında iyilik ve kötülük kavramlarının keskin ve bariz olması Tanzimat Dönemi edebiyatındaki roman ve öykülerini anımsatıyor. Tanzimat edebiyatında da iyilik ve kötülük kavramları eserin yazarları tarafından belleklerinde çizilmiştir. 

Tuğcu'nun okuyucu kitlesi çoğunlukla çocuk ve gençlerdir. Romanlarındaki ana karakterlerin birçoğu da okula giden çocuk ve gençlerdir. Ana hatlarıyla bakacak olursak, öksüz veya yetim bir çocuk vardır. Asla kimseye zarar vermeyi düşünmeyen bu çocuk şirret bir üvey anne veya babaya denk gelir. Bazen de çocuk hem öksüz hem yetim kalır, şirret bir kadının evine besleme ya da hizmetçi  olarak verilir. Gittiği evde de psikolojik ve fiziksel şiddete uğrar. Olaylar ilerledikçe bu çocuk sabrının karşılığını alır, daha iyi şartlarda yaşamaya başlar. Bazen başka bir aile evlatlık alır, bazen de bir meslek sahibi olur, zaman ilerledikçe evlenip yuva kurar. Binbir türlü elem yaşandıktan sonra mutlu sona kavuşulur.


1975'ten itibaren romanlar artık beyazperdeden sonra beyazcama da uyarlanır ve Halit Ziya Uşaklıgil'in eseri Aşk-ı Memnu altı bölümlük bir dizi olarak yayınlanır. 80'li yıllarda da bazı edebi eserler beyazcama uyarlanmaya devam eder. En çok akılda kalanlardan birisi de Aydan Şener ve Kenan Kalav'ın başrollerde yer aldığı, Reşat Nuri Güntekin'in en çok okunan eserlerinden biri olan Çalıkuşu'dur.


1990'lı yıllarda televizyonda bir ya da iki değil, birçok kanalın mevcut olması nedeniyle reyting kavramı da baş gösterdi. TV kanalları adeta bir yarış içerisindeydi. Bazı kanallar TV filmleri yayınlamaya başladılar. Televizyona çekilmek üzere yayınlanan bu TV filmlerinde en çok izlenenler arasında Kemalettin Tuğcu'nun ''Küçük Besleme'' ve ''Üvey Baba'' eserlerinin uyarlamaları yer alır. 


''Küçük Besleme'' Kemalettin Tuğcu'nun aynı adlı romanından uyarlanan Tv filmi ve dizisidir. Bizim jenerasyonumuzun büyük bir çoğunluğu belki de Tuğcu'yu beyazcam uyarlamalarıyla tanıdı. bu dizi de bunlardan birisidir. Önce 1998'de TV filmi ,ardından 1999'da dizi olarak devam eden ''Küçük Besleme''nin işlenişi kitaptan farklıdır. Romanda Bilge ve Murat annelerini kaybeder ve farklı aileler tarafından evlatlık alınırlar. Bilge'nin gittiği evdeki kadının üniversiteye giden kızı Esin, Hayriye Hanım'ın oğlu Sedat ile evlenir. Bir şekilde Bilge de Hayriye Hanım'ın evine gider ve Hanım tarafından beslemeliğe layık görülür. Ona bu ismi takar. Etmediği fiziksel ve psikolojik eziyet kalmaz, onu her fırsatta döver. Hayriye'nin evindeki hizmetçi Emine Teyze de Bilge'yi elinden geldiğince korumaya çalışır. Bir süre sonra Bilge, Hayriye'den kurtulur. Emine Hanım'ın eskiden yanlarında çalıştığı emekli paşa ve eşi, Bilge'yi evlat edinirler. Hayriye de zora düşer ve oğulları dahil herkes ona kapıları kapatır. 


Tuğcu'yu seven kadar sevmeyen de vardı. Kimileri belki de onu ciddiye almıyordu. Yazdığı eserlerde dramın yoğun olmasından dolayı tasvip edilmediği de olmuştu. Bu herkesin kendi takdiridir. Fakat Tuğcu, birçok çocuk ve gence, belki de yetişkinlere okuma alışkanlığı kazandırdı. Onu okuyanlar onu benimseyenlerdi. Dilinin sade olması da okutan bir kalem olduğunu gösterir diye düşünürüm. Tıpkı aynı dönemlerde eser veren aşk romanı yazarları Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkand gibi. Neticede ortada bir kurgu var. Konu ve işlenişi belli. Seçim okuyucunun.

Kemalettin Tuğcu okuyucularının beyninde ''Sabrın sonu selamettir.'', ''Ne ekersen onu biçersin.'' gibi mottolar oluşuyor. Yazarın eserlerinde genellikle bu yönde bir olay örgüsü var. Yüzlerce eseri olan Tuğcu'nun romanlarında, birçok eski Türk filmlerinde de şahit olduğumuz yoksulların sabrettikten sonra zengin oluşunu, köyden kente göç eden ve maddi durumu parlak olmayan bireylerin bir süre sonra para probleminin kalmadığını da görürüz. Zamanında yiyecek ekmeği zor bulanların ilerleyen satırlarda kaşar peynirli makarnaların, rostoların, köftelerin olduğu sofralarara sahip olduğunu da Tuğcu romanlarında görebiliriz.


Masallardan alışık olduğumuz tabirle ''Altın kalpli'' insanların ne kadar buhranlı, acı dolu günler geçirmiş olsalar da sabredip yürekten merhameti, sevgi ve şefkati eksik etmedikçe bir gün cıvıl cıvıl, yüksek dozda neşeye sahip olacaklarını Kemalettin Tuğcu, okurlarına göstermiş oluyordu. 


Tuğcu'nun yeğeni Nemika Tuğcu tarafından kaleme alınan ve 2004 yılında yayınlanan ''Sırça Köşkün Masalcısı'' adlı kitapta yeğeni, amcası Kemalettin Tuğcu'yu anlatmıştır. Usta kalem Tuğcu'nun başka bir yazarın kitabını etki altında kalıp kendi yazdıklarının özgünlüğü yok olur diye okumadığı da bu kitapta yer almıştır.

Takvimler 18 Ekim 1996'yı gösterdiğinde Kemalettin Tuğcu bu dünyadan ardında birçok eser bırakarak göç etti. Eserlerini de bizlere miras bıraktı.

12 Ocak 2019 Cumartesi

FOTOROMAN VS. ÇİZGİ ROMAN

                         


















                               2019'un ilk ayından merhaba! 2010'lu yılları da bitiriyoruz. Halbuki daha on dokuz sene önce milenyuma girdiğimiz için seviniyorduk. 2000'li yıllara dair kehanetleri düşünüp kaygı taşıyanlar bile vardı. Belki gerçek, belki takma adlarımızla dünyanın bir ucundaki insanlarla ''chat''leşmenin heyecanı olurdu. Peki, bizim jenerasyonumuzun daha öncesini düşündünüz mü? Televizyonun yeni yeni yaygınlaştığı, radyonun çok sık dinlendiği dönemler. Kitap okumak, belki de o dönemlerde en büyük hobi. Teksas-Tommiks gibi çizgi romanlar, fotoromanlar, gazetelerde bölümler halinde yayınlanan öyküler, Kemalettin Tuğcu romanları, Kerime Nadir kitapları vs.

                              Yaklaşık olarak milattan önce 330 ile 30 arasındaki dönemi kapsayan Hellenistik dönemi üniversite üçüncü sınıfta bol bol işledik. Fikret Hocamız, Hellenistik Dönem Plastiği dersinde bu dönemde romanların ortaya çıktığını söylemişti. Roman kültürünün epey eskilere dayandığını öğrenmiş olduk. Peki yazı ile çizimi bir araya getirip çizgi romanı türünü oluşturmak nasıl akla geldi?
   
                                Çizgi romanlarda resim ile yazının bir arada işlenmesi söz konusudur. Konuşma balonları ve paneller mevcuttur. 1800'lü yılların ilk yarısında Avrupa'da karikatür dergileri yayın hayatlarına merhaba deyince bu gelişme daha sonraki zamanlarda Amerika'ya da taşındı ve 1800'lü yılların sonlarında Amerika'da da çizgi roman türü rağbet görünce bu alanda üretime geçmeye başlandı. Çizgi romanların türleri fazla olmakla birlikte en çok tercih edilenler western, macera, savaş, mizahi ve fantastik türdekilerdir.

                                  Kızıl Maske, Teksas-Tommiks, Zagor, Superman, Örümcek Adam, Flash Gordon birçoğumuzun aklında yer edinen çizgi romanlar arasındadır. Hatta bu çizgi romanların birçoğu gerek film gerek çizgi film olarak da yayınlanmıştır. Tam tersi bir durum da söz konusu olabilir. İnternet ve sosyal medya bir yana, televizyon bile sınırlı sayıda kişinin evinde mevcutken özellikle çizgi romanlar büyük bir kitlenin eğlence vasıtalarından biriydi. Günümüzde çizgi roman tercih edilen ve sevilen, takipçisinin çok olduğu bir tür. Burada karakteri ve mekanı sen kafanda şekillendirmiyorsun, onlar sana sunuluyor.

                                   

BİR ZAMANLAR ORTALIĞI KASIP KAVURMUŞTU

                         Çizgi roman popülerliğinden bir şey kaybetmedi. Yine yazılıp çiziliyor ve okuyucuya sunuluyor. Peki, fotoromanlar için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Hayır. En azından ülkemiz için...

                          Fotoromanların çizgi romanlardan farkı metinlere uygun çizimler yerine fotoğrafların yer almasıdır. Film çekimi gibi düşünün ! Örneğin, bir adam sevgilisine tokat atıyor ve ''Yeter'' diye bağırıyor. Bu psikoloji ve olaya uygun çekim yapılıyor ve konuşma balonlarının içine sözcükler yerleştiriliyor. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına doğru İtalya topraklarında doğan Fotoroman, bir süre sonra ülkemizde de geniş çaplı bir kitle tarafından seviliyor. Kimilerine göre çizgi romanlarla birlikte fotoromanların da okuma alışkanlığı kazandırdığı görüşü hakimdir. Fotoromanlar ilk başta filmlerin karelerini bir araya getirerek oluşturulmuş. Daha sonra klasik sınıfında yer alan edebi eserler fotoroman olarak uyarlanmış. İlerleyen zamanlarda fotoroman türünün sıkı takipçileri oluşmaya başladıkça artık başlı başına fotoroman için senaryolar yazılmaya başlanmış. Fotoromanlarda dönemin tanınan oyuncu, model ve solistleri yer almıştır. Bununla birlikte fotoromanlar yeni simaların da boy göstermesine vesile olmuştur.
                       Ne oldu da fotoroman, çizgi roman kadar popülerliğini koruyamadı? Birkaç kuşak, fotoromanların sıkı takipçisi idi. Okuma alışkanlığını onunla edinenler olmuştu. Bu sorunun birden fazla cevabı olabilir. Şu bir gerçek, fotoromanlarda kült karakterler yer almadı. Zagor, Thor, Tommiks, Teksas senelerdir okunan çizgi romanlar. Fotoromana baktığımızda durum öyle değil. Mevzu, bilinen fotoromanlar olması değil, yıllarca varlığını sürdürebilecek fotoromana has karakterlerin yer almamasıdır.

Beyoğlu 45'lik Bar'dan ''Asılacak Adam'' fotoromanından bir kare.




1 Aralık 2018 Cumartesi

MODERN FOTOĞRAF ALBÜMÜ : INSTAGRAM

                  Teknoloji her geçen gün daha da ilerliyor. Şu an 2010'lu yıllardayız. 2019'a girmeye haftalar kala 2010'dan bu yana teknolojinin de geliştiğini, her geçen gün bünyesinde yeniliklerle karşımıza çıktığını görüyoruz. Kim derdi ki Instagram kullanımı artacak, sosyal medyanın bir parçası olacak. Daha Facebook'ta Farmville'deki hayvanları beslerken , Twitter'da hashtag ve TT'ler ile ilgilenirken Instagram akıllı telefonlarımızda yer edinmeye başladı. Hem de Facebook ve Twitter'ı aşırı bir hızla sollayarak.

                  2010 yılının sonbahar aylarında Instagram merhaba demişti. İçinde filtre özelliği bulunması da birçok kullanıcının hoşuna gitmişti. Instagram; yüzlerle oynayanlar, siyah beyaz tonlar kullanıp nostaljik hava oluşturmak isteyenlerle dolu bir sosyal ağdır. ''Anlamı ne olabilir?'' diye düşünenler oldu hep. Instant , anında fotoğraf çeken makinelere verilen isimdir. Deyim yerindeyse, ''Şipşak''. Fotoğrafı çekip anında çıkaran makineleri hatırlarsınız. Özellikle de kafe ve barlarda arkadaşlarınız ya da ailenizle otururken fotoğrafçının yanınıza gelip sizi çekmesi ve anında fotoğrafı makineden çıkarması da gözünüzün önüne gelmiştir. Son zamanlarda Instax'lar yeniden moda oldu.

                  Instagram piyasaya çıktığı günden bu yana birçok yeni özelliği de beraberinde getiriyor. Bazı uygulamalarını da diğer sosyal ağlardan alıyor. Bunlardan birisi de SnapChat. Kullanıcıların paylaştığı fotoğraf veya videolar burada yirmi dört saat durup sistem tarafından otomatik siliniyor. Ses ve yüz değişimi de mevcut ki oldukça popülerleşti. Instagram ve Facebook, bu 24 saat süreli paylaşım kısmını yani Story(Hikaye) özelliğini kendilerinde de uygulamaya koydular ve özellikle Instagram'da oldukça tutulan bir uygulama oldu. WhatsApp da Durum Güncellemesi olarak Story uygulamasından nasibini aldı. Son dönemde Instagram'da Instagram TV( IGTV) de var. Hikaye ve gönderilerde video süresi kısayken burada bir saate kadar çıkabildiği söyleniyor. Video paylaşımı da işin içinde olunca YouTube'a öykünme de söz konusu olabilir. Youtuber'lık da cabası.

             
Her gün milyonlarca fotoğraf paylaşılan sosyal ağ: Instagram

80'ler, 90'lar derken fotoğraf çekim, arşiv ve paylaşımı da kendince yol katediyor. Önceki zamanları aklımıza getirelim. Çekilen fotoğrafları bir albüm alıp onun içine arşiv yapar, sonra da hatıra olarak saklardık. Vakit buldukça da onlara bakar , yeri geldiğinde gülerdik. Şimdi bu vazifeyi elimizin altındaki Instagram görüyor. Burada da arşivlemiyor muyuz? Bu da içinde bulunduğumuz dönemin özelliği. Zaman zaman önceki fotoğraflarımıza bakıp o zamanı anıyoruz. Çekilen fotoğrafları USB girişli kablo vasıtasıyla bilgisayarımıza aktardığımız dijital fotoğraf makineleri de akıllı telefonlarla birlikte birkaç adım geriye gitti. Şimdi akıllı telefonun kamera bölümünü açıyor, çekiyor ve sosyal medya hesaplarımızda paylaşıyoruz. 
Mark Zuckerberg ve Jack Dorsey'den sonra şimdi de Kevin Systrom ve Mike Krieger de teşekkür edilen isimler arasında.

22 Kasım 2018 Perşembe

TÜKETTİK, TÜKETİYORUZ, TÜKETECEĞİZ

                                Yılbaşı hazırlıkları şimdiden başladı. Bir yandan tatil rezervasyonları yapılırken, bir yandan da 2019 için planlar yapılıyor. Senelerden beri insanlar yeni senenin gelişini kutlar. Bu yılbaşı kutlamaları içinde ayrı bir yere sahip olanı ise yeni bir milenyum olan 2000 senesidir. Bu yeni milenyumun başlangıcı 2000 mi yoksa 2001 mi olduğu konusunda tartışmalar vardı. Fakat bizim 1999'un son zamanlarında deprem ile birlikte en çok konuştuğumuz kelimelerden birisi de milenyumdu. Dünyadaki birçok ülkede 1 Ocak 2000 senesini milenyum olarak karşılandı ve öyle de kutlandı.
       
                                Tabii, kehanetler de çok konuşuluyordu. Hatırlayanlar vardır, Mayıs 2000 senesinde kıyametin kopacağı söyleniyordu. Şimdiki gibi sosyal medya olmamasına rağmen çok çabuk kulaktan kulağa yayılmış, gazete ve televizyon kanallarında da konuşulan konular arasında yer almıştı. Eminim ki, o dönemlerde Twitter olsaydı konuya uygun bir hashtag ile fazlaca tweet atılırdı. Tıpkı 2012 de olduğu gibi.

                                                 
           
                                  2000 senesinden itibaren İnternet kavramıyla yakınlaşmaya başladık. Türkçe İnternet platformları oluşturulmaya başlandı. Fakat İnternet'ten bir şeyler indirmek şimdiki gibi kolay değildi. Mesajlaşma programı olarak ICQ popülerdi. Çok fazla da bir seçeneğimiz yoktu zaten. ''Chat'' sözcüğünün kullanımı arttı ve Chat'leşmek kavramı dilimize yerleşti. ICQ, MSN Messenger ve WhatsApp'ın birbirlerinden ayrı özellikleri olsa da ortak noktaları mesaj, sohbet, haberleşme idi. Günümüzde GSM operatörleri paket uygulama altında kotalı İnternet, mesaj ve belirli dakika arama olanağı sunduğu için deyim yerindeyse yazışmak hızlandı.

                   
NEREDEN NEREYE 


İLETİŞİM ÇAĞI
2000'ler için bu kavramı çok duyduk : İletişim Çağı. Hatta ''İletişim çağında iletişimsizlik'' diyenler de mevcut. Gerek yüz yüze gerek sanal ortamlarda iletişimimizi sağlıyoruz. Cep telefonumuzdan sevdiğimiz restoranı arayıp sipariş verirken bile konuşarak iletişim sağlamış oluyoruz. İnternet'ten sipariş vererek de bir iletişim sağlandığını düşünüyorum. 2000'li yılların ilk başlarında bunlar çok mümkün görünmüyordu. Kameralı cep telefonu bile lüksler arasındaydı. O dönemler forumlar çok yaygındı. Herhangi bir konu ile ilgili üyeler konuşur, paylaşımda bulunurlardı. Sosyal medya forumları sollamış oldu. 2000'li yılların ortalama ilk on yılında artık İnternet evimizin bir parçası oldu. MSN Messenger, Limewire gibi ağları söylesem aşağı yukarı o yıllar gözlerinizin önüne gelir.
MSN Messenger'ın ''Ne Dinliyorum?'' özelliğini herkes hatırlıyordur. Bir de MSN titreşimlerini. Facebook ve Youtube yeni kurulmuştu. Facebook, yıllar evvelki arkadaşımızı bulmamıza vesile oluyordu. Tabii , MP3 ve MP4 formatlarının iyice yaygınlaşmaya başladığını hatırlatmaya gerek yoktur.

TWEET ATTIK !

Ve 2010'lu yıllardayız. Facebook'un rakibi mi yoldaşı mı olduğu fikri değişir ama Twitter yaygınlaşmaya başladı. Ülkemizde 2010'lu yıllarda popüler olan Twitter, kimilerine göre Facebook'tan daha güvenilir bulunuyordu. Firmalar artık Facebook ve Twitter hesaplarını belirtip buralardan iletişim sağlamaya başladılar. Web siteleri de biraz geri planda kalmış oldu. Hemen hemen herkesin elinde akıllı telefon olması da cabası. Ünlü simalara Twitter'dan ulaşmak daha kolay oldu. 90'lı yıllarda TV'de bazı ünlüler 900'lü hatlardaki numarasını verir, kimi zaman da hayranlarının kendilerine mektup yazması için dergilere posta adresini verirlerdi. Şimdi bir tıkla karşımızda sevdiğimiz ünlüyü görüp ona bir şeyler yazabiliyoruz. Özellikle Instagram, Facebook ve Twitter'ı bazı konularda sollamış görünüyor. Bu durumu da çok net görebiliyoruz. 
   
Tükettik, tüketiyoruz ve tüketeceğiz. 2000'den bu yana neler tükettik? MSN Messenger'ı tükettik, ICQ'yu tükettik, forumlar son demlerinde olabilir. Tükettiklerimiz ve ileride tüketeceklerimiz saymakla bitmez. Belki de, Facebook, Twitter ve Instagram da nostalji öğeleri olarak hatırlanıp yüzlerde tebessüm bırakacak.

5 Ekim 2018 Cuma

BU SAYFA BİTTİ

                                          Öykü yazmayı eskiden beri çok severim. Kafamda bir sahne oluşturup kağıda dökmek benim için çok keyiflidir. Bir TV dizisi gibi düşünürüm.Hele bir de bölümler varsa.
                                       
                                           İki ay önce ilk kitabım ''Bu Sayfa Bitti'' yayınlandı. Uzun zamandır böyle bir hedefim vardı. Öykülerimi yayınlamak istiyordum. Yazdığım öykülerden üç tanesi bir kitap olarak yayınlandı. Cinayet temalı bu öykülerin isimleri; ''Mayıs Cinayetleri'' , ''Mumların Söndüğü Gece'' ve ''Yazlıktaki Ceset'' tir. Zaten öykülerin isimleri kafada cinayeti, gerilimi çağrıştırıyor. Ben cinayet, entrika ve gerilim temalı öyküler yazmaktan çok keyif alırım. Bu minvallerde yazmayı çok severim. Giriş kısmında da yazdığım gibi, benim için bir TV dizisi gibidir yazdıklarım. Kafamda oluşturduğum bu karakterler oyuncu; biz de onları izleyen seyirci gibiyiz.
                                           
                                          Üretimlerimi bir kitap olarak elime almak ve bunu okuyuculara sunmak  harika bir duygu. Yazan ve yazdıklarını yayınlama düşüncesi olan herkesin bu duyguyu tatmasını dilerim. Yazmanın ve okumanın keyif işi olduğunu düşünürüm. Özellikle de okumada keyif yoksa eğer o cümleler, sayfalar bıktırır insanı. Bu konuyla ilgili blog'umda yer alan ''Herkes kitap okusun(mu?)'' adlı yazımı okumanızı öneririm.

                                          Yazmak için bol bol sözlük karıştırmak önemlidir. Gazete ve dergi okumanın da yazma üzerinde olumlu etkisi olacağını düşünüyorum. Çünkü ne kadar çok okunursa yazı diline o kadar katkı sağlar. Tıpkı kitap okumak gibi. Roman, öykü, deneme, hangi türde yazmak istiyorsak, o türün inceliklerini bilmekte fayda var. Yazarlar o türlerin bize bir yol gösterici gibidirler. Onların kitaplarının hepsine hakim olamayız, her şey zamanla.

                                           



ŞİMDİ DE AVRUPA YAKASI MI ?
                   Bugün bir sanal platformda TV tarihimizin kült dizilerinden Avrupa Yakası'nın yeniden çekilmesi yönünde bir talep olduğunu gördüm. Aslında bu talep özellikle sosyal medyada ve birtakım sanal platformlarda ne zamandır vardı. O diziler o zamanlara ait bir obje olarak kalmalı. Yeniden çekildiğini düşünelim. Eski tat yok denilecek. Çünkü özellikle bu dizileri o zamanda  izleyenler yayınlandığı dönemin atmosferini, ruhunu bulamayacak.
                                      Geçen sene de Yeditepe İstanbul ve Mahallenin Muhtarları dizilerinin yeninden çekileceği veya çekilmek istenmesi yönünde haberler vardı. Aynı şeyleri bu diziler için de düşünüyorum. O zamanın atmosferi ile şimdiki bir değil. Çünkü zaman değişiyor, insanların istekleri ve stilleri de değişebiliyor.